Gamze İspirli


Her İntihar Toplumsal Bir Cinayettir...

.


 

27 Mayıs’ta, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 2’nci sınıf öğrencisi Sena Düzgün’ün, Onkoloji Hastanesi bahçesinde bir ağaçta asılı halde bulunması sadece bir trajedi değil, aynı zamanda bize aynaya bakmamız gerektiğini fısıldayan karanlık bir çığlıktır.

Bu konuyu sosyolog kimliğimle analiz etmek istiyorum.

Sena'nın ölümü bireysel bir tercih gibi sunulsa da, bu tercih toplumsal koşulların şekillendirdiği, yalnızlığın, çaresizliğin ve görülmemenin bir sonucudur. Her intihar, ardında sessiz kalmış kalabalıkları, duyulmayan yardım çığlıklarını ve ihmal edilmiş duygusal yükleri bırakır. Bu yüzden her intihar aslında bir tür "toplumsal cinayettir".

Sena Düzgün tarafından yazıldığı değerlendirilen notta, “Ahmet” ismine yer verildiği; bu ismin, aynı fakültede görev yapan araştırma görevlisi A.P. olduğu ve aralarında gönül ilişkisi bulunduğu iddia edilmektedir. Eğer bir eğitimcinin, makamı veya konumu üzerinden bir öğrenciyle duygusal bağ kurduğu ve bu bağ Sena’nın psikolojik çöküşüne neden olduysa, bu yalnızca etik değil, ciddi bir hukuki sorumluluktur. Genç bir hayatın sönmesine neden olan bu tür ilişkiler görmezden gelinmemeli; söz konusu kişi hakkında adli ve idari süreçler derhal işletilmeli, varsa ihmaller ve istismarlar ortaya çıkarılmalıdır.

Üniversite çağındaki gençler, ülkenin geleceği olarak görülse de, yaşadıkları ekonomik belirsizlik, psikolojik baskılar, sosyal yalnızlık ve manevi boşluklar giderek ağırlaşıyor. Genç bir kadının yaşamına son vermesi, yalnızca onun içsel dünyasıyla ilgili değil, çevresindeki sessizliğin, sistemdeki duyarsızlığın ve belki de yardım eli uzat(a)mayan toplumun tamamıyla ilgilidir.

Türkiye'de psikolojik destek hâlâ bir tabu, hâlâ “zayıflık” olarak algılanıyor. Bir genç kendini ifade edemiyorsa, içini dökemiyorsa, yardım istemekten korkuyorsa bu sadece bireyin değil, o bireyi yetiştiren kültürün de sorumluluğudur.

Toplum olarak hâlâ “başarısızlık, yalnızlık, kaygı” gibi insani duygulara karşı hoşgörüsüzüz. Hâlâ gençlerin “bir derdi varsa” onu ‘geçici bir kriz’ diye yaftalıyor, ‘dua et geçer’ diyerek susturuyoruz. Oysa bazı acılar geçmiyor, büyüyor. İçten içe…

Bir toplumu sadece yaptığı şeyler değil, yapmadıkları da tanımlar. Göremediğimiz, görmezden geldiğimiz her gencin çığlığı, bir gün hepimizi vurabilir. Çünkü insanın en temel ihtiyacı görülmek, anlaşılmak ve varlığının bir değer taşıdığını hissetmektir.

Sena’nın ölümünü sadece adli vaka olarak görmek, onun hikâyesini unutturur. Oysa biz her genç hayatı yaşatmak için sosyal politikalar üretmek, okullarda psikolojik danışmanlık sistemini güçlendirmek ve ‘duygusal farkındalığı’ bir eğitim standardı haline getirmek zorundayız.

Her intihar yalnızca bir kayıp değil, bir uyarıdır.
Sena Düzgün’ün ardından sessiz kalırsak, bu uyarıyı da görmezden geliriz.
Bir genç daha susarak gitmesin diye, toplum olarak konuşmalı, sorgulamalı ve artık değişmeliyiz.

Çünkü her intihar, toplumsal bir cinayettir.